Ali Celep, Sezai Karakoç’un ‘Bahçe Görmüş Çocukların Şiiri’ Üzerine Yazdı…

ALİ CELEP
SEZAİ KARAKOÇ’UN ‘BAHÇE GÖRMÜŞ ÇOCUKLARIN ŞİİRİ’ ÜZERİNE
(Bir Eleştirel Dipnot)
Sezai Karakoç’un şiirini tarif eden, hislerini tanıtan, inancını mayalayan, geçmiş deneyimlerini anlamlandıran, mevcut gerçekliğe yönelik tavırlarını alttan alta yöneten, hatta gelecek tasavvuruna yönelik umutlarını besleyen kurucu sözcüklerin en başında çocuk ve onun saf dünyası vardır.
Çocuk onun şiirinde kültüre bulaşmamış haliyle dolaşımdadır ve şiirin mantığını çocuğun dünyasında dolaştırdığı kertede duygu ve düşüncelerini kaynaşık biçime sokmaktadır.
O, bu yoldan klişeye düşmeden her defasında anlamı zenginleştiren bir tekniğe varmasını bilmiş nadir şairlerden biridir.
Şiirdeki sözcüklerin anlam dünyasında nasıl davranmaları gerektiğini öğreten hatta giderek onlara hükmeden, yazılı olmayan normatif bağlamlar getiren bir sözcüğe dönüşmüş gibidir ‘çocuk’
Bundan önceki şiirlerinde belli bazı dolayımlar üzerinden kurcalanan çocuklar, bu şiirinde ilk kez ve doğrudan kendi çocukluğunda toplaşıp buluşmuştur.
Daha açık söylemek gerekirse Sezai Karakoç’un kendi çocukluğunu doğrudan ele aldığı ilk şiir ‘Bahçe Görmüş Çocukların Şiiri’dir. (1965)
Ve başka birçok şiirinde gördüğümüz gibi çocukluk anılarından yansıyan imajları bütünleyen anneler, konuşmanın esas konukları olarak bu kez ‘çingene kadınları’nı da başlayan yeni mantığın son mahsullerine katarak, ‘sakin kiraz bahçeleri’ni şenlendirirler.
‘Bir kere elime aldım mı çocukluğumu
Üstüne kerametler yazılı derilerde
Geleceği bildiren derilerde
Başlar yeni bir mantığın bağbozumu’
Mısraları hem keserek hem birleştirerek yazma tekniğinin egemen olduğu bu şiirde (gerçekte onun hemen bütün şiirlerinde geçerli bir mısra yazım tekniğidir bu) Sezai Karakoç sadece kendi çocukluğuna ilişkin kişisel izlenimleri tanıtan görüntüler sunmuyor bize fakat şiirin sosyalleşme azmini kışkırtan, dönemin siyasi koşullarını kabartmalaştıran sahneleri de canlandırıyor.
Böylece şiirin ahlâki yüküyle birlikte, standart siyasal bilincin dışında gelişen yeni toplumsal formasyonun özgün dilini de kurmaya davranıyor.
Güncel sosyal yaşamda görmezden gelinen ya da pek de ciddiye alınmayan fakat dipte akan en ince damarı bile gözeten bu formasyonun içinde İtalyan müziğinin ünlü ismi de rol alır, onun bakışından rol çalan ve anneleri ve çocukları büyüleyen, sevimli kâhinlikleriyle fakirleri sevindiren çingene kadınları da onurlu yerini alır, kutsal sözlerin çiğnendiği tarihsel kesitlerde yaşayanlar da hatırlanır, öncekilerin gerçeklere dokunan masallarına da göndermeler yapılır.
Fakat bana öyle geliyor ki ‘Bahçe Görmüş Çocukların Şiiri’ son dörtlüğün hatırına yazılmış ya da ilk üç dörtlük son dörtlüğün malı olarak yazılmış gibidir.
Çünkü nihayet şiirin canlandırdığı siyasi bilinç, çocukluk sultanlığını tanıtan ve insan onurunun dayandığı temelleri hatırlatan sahnelerle, Türkiye’deki değişen toplumsal ve ekonomik konjonktürle birlikte hızlanan yabancılaşma olgusunun yol açtığı gayri insani görüntüler arasında, okuru bir duyarlık alanı oluşturmaya çağırmaktadır.
Kanımca şiirin bütün toplumsal ve siyasi yükü, başka hiçbir ahlâki açıklamaya gerek duymayacak biçimde, sadece yazıldığı dönemin koşullarını düşündürmekle kalmıyor fakat aynı zamanda estetik ölçünün beslendiği etik temelin ne olması gerektiğine yönelik veriler sunması bakımından da bugüne taşınmaya değer görünüyor.
En azından, biz çocuklarla büyükler arasındaki farkı bugün dün olduğundan daha iyi anlamak için:
‘O yıllar savaş yıllarıydı geceleri karartma
Gündüzleri fırın önlerinde birikirdi halk
Biz çocuklarla büyükler arasındaki fark
Bir yanda şehir bir yanda kiraz bahçeleri’