Cevat Akkanat’ın Şiirleri Üzerine Yazılar Devam Ediyor | Ali Celep Yazdı…

ALİ CELEP
CEVAT AKKANAT’IN ŞİİRLERİ ÜZERİNE
(Bir Eleştirel Dipnot)
1
Cevat Akkanat’ın şiirleriyle doksanlı yıllarda tanıştım. O yıllarda okudum ilk şiir kitabı ‘Kara Oyun’u. Müteakiben dergilerde yayımlanmış şiirleriyle birlikte aklımda kalan dipnotlarda, kültürle sarmalanmış bir lirizm, sığ güncelliğe muhalif bir eleştirel dil, göndergelerle yüklü konuşma tavrı dikkat çekiciydi. Ondaki rahatlık ve açıklık, o günkü şiir düşüncemi etkileyen koşullar dikkate alındığında, şiir adına aramızdaki mesafeyi uzatacak kadar ciddiydi. Açıkçası şairanelik diyordum ben. Şiirle yaşam arasında buzdan cam ördüğüm yıllar. Ve ‘insan bu dünyada şairane mukim’ olmalıydı. Psikolojik deneyimin önemi, değeri ve baskısı altında yaşadığım yılları sarmalayan şiirlerle geçen uzun zamanların ardından bugün daha aklı başında uslu duygulu biri haline geldim diyemem. Geçmişe göre bugün eskiyle yeni arasında gelişen mesafe bilincinin biraz daha ayrımına vardım diyebilirim. Vaktiyle bilhassa şiir ve form bahsinde bende baskın olan dogmatik eğilimlerde soğukkanlılık ve otoriteyi önceleyen bir anlayış içindeydim. Belki hala öyleyimdir. Bana göre form hangi kılıkta görünürse görünsün tefsirci olmamalıydı. Form, sözcüğü kökünden soyruk, çift başlı ve soyut bir yapıyla kuşatmamalıydı. Dahası tefsirci bir anlayışa hizmet etmemeliydi. Bugün bulunduğum yerde, yaşayıp öğrendiğim birçok şeyden sonra, Cevat Akkanat’ın şiirlerini daha yakın bir gözle ve yeniden okuma olanağım var. Haliyle dünden bugüne değişen koşullar ve kazanımlarla birlikte bugünden düne uzanırken, şiirsel doku ve tecrübe, dayanıklılık ve tutarlılık okumamıza eşlik edecektir. Nihayet 40 yıl sonra Akkanat’ın şiirlerinden bugüne düşeni, bize kalacak olanı kurcalayacağız. Şu var ki daha çok ve genellikle yaptığım gibi at ve atın üstündeki binicinin şunca yıl kat ettiği mesafeyle ilgileneceğim bilinsin isterim. Atın üstündeki keneyle değil diyeceğim. Eleştiri atın üstündeki keneyle de ilgilenir ayrı bahis. Eleştirmen bu ilgisini şiir bahsinde tarih kartını oynarken değil, şiirsel dokunun dayanıklılığı dikkatiyle gelecek kartını oynarken gündemine taşıyabilir. Yine de yinelemekte fayda var. Bir şiiri okurken, bizim şiire yaklaştığımız bağlamla, şiirin bize sunduğu gerçek bağlam örtüşmeyebilir. Hatta çok kez ve bazen hiç de örtüşmeyebilir. O halde bir bağlamdan ötekine taşınmak da okurun zevkine kalsın, diyerek başlayalım.
Akkanat’ın şiirlerine kronolojik bir çerçevede eğilmek istiyorum. Evvela 1980’li yılları kat eden, dönemin politik koşullarının tanımladığı bir zaman aralığında yazdığı kitaplardan başlayacağım. Sonra 1990’lı yıllardan bugüne getirdiği şiirler üzerine olabildiğince nesnel namuslu bir yaklaşım getirmeye çalışacağım. Nihayet bütün şiirleri bağlamında genel bir çerçeveye ulaşmak, bu çalışmanın amacı olacaktır.
Kovgun İsa Türküsü iki başlıkta kurulmuş bir kitap: ‘Kovgun’ ve ‘İsa Türküsü’.
Kitapta 1983-1988 yılları arasında yazılmış 4 şiir var: ‘Kovgun’ ‘Ölü Diri’ ‘Başkana Ağıt’ ve ‘İsa Türküsü’. Bunlar şairin yirmili yaşlarının ilk evresini kat eden şiirlerdir. Şairin ön açıklamasına bakılırsa ‘Ölü Diri’ başlıklı şiire 12 Eylül 1980 askeri darbesinden 32 yıl sonra küçük bir ekleme yapılmış. Bu küçük ek bir yana bırakılırsa kitabın 19-24 yaş aralığında yazılmış şiirlerden oluştuğu söylenebilir. Kitabın maddi gerçeklerinden bahis açmamın bir nedeni var: Bu şiirlerin ilk kez Haziran 2023’te kitap hüviyetinde baskı yüzü görmesi. Yazıldıkları zamandan neredeyse 40 yıl sonra kitap olmuş diyeceğim. Bunun iki anlamı var. Biri bu şiirler vaktinde hangi nedenlerle kitap olamadılarsa, aynı nedenlerden bugün kitap olmuşlar. Yani imkân bulmuş kitap olmuş şiirler. Diğeri ise 40 yıl evvel yazdığı şiirlere şairin zar atma cesareti göstermesi. Yani şairin teknik ihtiyaçtan çok, sürekliliğe değer veren özsel bir tavrı öncelemesi. Bu tavır kendi şiirine sahip çıkması ve dolayısıyla eleştirel bakış açılarına veya alkışlara şiirini açık tutması anlamı taşıyor. İlk yazdıklarından bugüne kendi gelişimini özsel bir tutumla süreç içinde okurlarına da açması Akkanat’ın poetik tutarlılığı bağlamında değerli olsa gerek.
‘Kovgun’ yaklaşık 50 sayfayı bulan uzun bir şiir. Akkanat bu uzun şiiri ‘narrative’ formalar halinde yazmış. Bu formaları da güncel konuşma dilinde örmüş. Örgünün ‘konuşma’ biçimi ‘teatral monolog’u andırıyor. ‘Güncel’ sıfatı ise dönemin siyasi koşullarına göndergelerden besleniyor. Bu göndergeler ilk bakışta örtük izlenimi veriyor fakat okuma ilerledikçe adresini belli ediyor. Okudukça şiirin siyasi yükünün ağırlığı hissediliyor. Gerçi Akkanat yazdığı metnin hangi koşulların etkisi altında gün ışığı gördüğüne ilişkin ipuçları vermiş. Belli ki şiir Türkiye’de, 12 Eylül 1980 askeri darbesinin yarattığı koşullara tepki olarak boy atmış. Bu tepkinin dönemin siyasal atmosferini kuranlara dönük bir boyutu olmasıyla birlikte, sanat anlayışına yönelik özellikleri de var. Öyle görünüyor ki Akkanat, darbe ertesi koşulların biçimlendirdiği ve adına seksen şiiri dedikleri oluşumla arasına mesafe koymuş. Giderek bu oluşumun beslediği anlayışa muhalif bir noktadan başlatma arzusuyla yazmış ‘Kovgun’u. Diyeceğim tabanda siyasi sesin yön verip beslediği muhalif bir şiirle muhatabız. Eğer bir şiirin ne söylediği kadar ne yapmak istediğiyle de ilgiliysek, ‘Kovgun’ iyi bir örnek. Zira söyleme ve yapmanın gereklerini karşılayacak dürüstlükte yazılmış. Şiirde dürüstlük bir parça faydalı bir anlayışa hizmet eder. Bu hizmetin şiirde karşılığı ise bir parça estetik endişeden tavize zorlanmaktır. Akkanat bu bir parçayı biraz abartmış görünüyor. Şiirde estetik endişeden ödün vermenin olası bazı sonuçları var çünkü. Mesela ‘Kovgun’u düz cümleler çok istila etmiş. Bu düz cümleler ise fazla fiil yüklenmekle şiirsel akışın hızını kesmiş. Oysa şairin uzun manzum dediği bir metnin bir bütün olarak akıcılık kazanması, gereksiz sıfat ve yüklemden olabildiğince arındırılmasıyla mümkün olur. Uzun manzum bir anlatıda ayrıca ‘belirsizlik’ ya da ‘müphemlik’ gibi okurun zihnini fazla kurcalamasına yol açan unsurların asgariye çekilmesi esastır. Bunlar şiirin ne ve nasıl söylediğiyle ilgili zamanla aşılacak küçük can sıkıntılarıdır. Nitekim Akkanat bu sıkıntıları bazen halk deyişlerinden devşirdiği sesle, bazen sözcük oyunlarından hareketle çağrışım yasalarını harekete geçirerek, kimi zaman da ironiyle gidermeye çalışıyor: ‘ölüm almış yürümüş / ölüm sürür sürü / üstümüzü bürümüş / biz ölmüşüz ölmüşüz’ ‘güzel ülkeler var dünyanın koltukaltlarında / bir koltuk buluruz buralarda size / siz ararsınız altını’ ‘bir ozan yetişseydi imdadınıza / yeterdi !’ Asıl şiirin ne yapmak istediği var daha mühim. Açıkça muhalefet ediyor diyeceğim. Muhalefetin şiir dili ne dönemini domine eden marjinal sivil Ece Ayhan’ın konuşmasına ne de darbe sonrası ikame edilen silik ve ezik, içe kapanık ve örtük seksenlerin genel konuşmasına benziyor. Öte yandan Akkanat yeni bir muhalif dil inşa etme çabasıyla da gelmiyor. Dili halk sokağında dolaştırıyor. Avami sözcelerden şiir kurmaya çalışıyor. Böyle çalışırken dolaylı yoldan rezonans tekniğini kullanarak okuruna asıl söylemek istediği şeyi görüntülemesi mesajını veriyor. Şairin asıl görüntülemek istediği şey, Türkiye’de siyasi, kültürel ve ekonomik alanda döndürülen dolapların arkasında ve önünde yaşanan gerçeklerdir. Gerçekler ve çelişkilerdir daha doğrucası. Ritmik parçalar bir yana bırakılırsa, birçok dizede rastladığımız imalı deyişler her ne kadar şiirin bütün amacına hizmet eden bir düzene sahip olsa da gerçekte cazip bir dil formu yakalamaktan uzak görünüyor. Fakat tefsirci ayrıklar bir yana bırakılırsa formal cesaret, ilk gençlik verimi şiirler adına alkışlanacak dirilikte görünüyor. ‘kurşun / cop / kırbaç / boş / sokak / yağmur / boş / boş / boş / boş çağ!’ ‘kaç şey ettiğimizi duydun mu / bu şey / leş / mişlik / ler / çağında’ Şiir 12 Eylül sonrası koşullarını düzenleyenleri, düzen, düzülen, düzülmeye hazır olanları argo jargonla halk hesabına düzenli bir eleştiriden geçiriyor.
Devam edeceğiz.