Şahan Çoker’ın ‘Kapı’ Adlı Şiir Kitabı Üzerine Ali Celep Yazdı…

ALİ CELEP
ŞAHAN ÇOKER’İN ‘KAPI’ ADLI ŞİİR KİTABI ÜZERİNE
( Bir Eleştirel Dipnot )
1
Şahan Çoker bugüne üç şiir kitabıyla gelmiş: ‘Sarı Ceketli Yalnızlık’ (2004) ‘Hüzün Entarisi’ (2012) ve burada kısaca konuşacağımız ‘Kapı’ (2024) Önce şiirimiz adına çeyrek yüzyıla sığdırılmış bu çalışmaları için Çoker’i kutlamalıyız. Biyografisinde şiirin yanı sıra resim ve tiyatro sanatıyla ilgilendiğini söylüyor. Bu ilgisinin bilhassa teatral fazda Kapı’nın bazı kısımlarına yansıdığı açık. Öyle anlaşılıyor ki Çoker şiirde çok yönlü çalışanlar soyundan.
Biyografisinde uzun süre İkinci Yeni etkisiyle şiirler yazdığını da söylüyor. Sonra toplumsal temlere eğilim göstermiş. Okurlarına şiiriyle ilgili ön bilgiler vermesinin anlaşılır olma arzusuyla ilgisi var mı bilmiyorum. Ayrıca ‘Kapı’ için açıklayıcı bir önsöz yazmış Çoker. Önsözde ‘Kapı’yı yazma gerekçelerinden bahis açmış. Bu bahiste ‘Bella’ özelinde onun şiir görüşünü öğrenmiş oluyoruz. Böylece okurun merakı da giderilmiş oluyor. Bir anlamda ‘şiirin ne söylediğiyle ilgilenin, içeriğe odaklanın’ demek istiyor Çoker. Ben de öyle yapacağım.
‘Kapı’ baştan sona bir ‘sesleniş’ şiiridir. Çoker ‘ey’ demeyi sevenlerden diyeceğim. Sesin tonu tanıdık geliyor. Seslendiği kişi kadın olunca, sesin giderek lirik planda yankı bulması kaçınılmazdır. Çoker bu planda sınırsız coşkuyla keskin düşünce arasında, daha çok coşkudan yana gidip geliyor. Seslendiği kahramanın kadın olması, öte yandan şiirindeki duygusal motivasyonu da artırmış görünüyor. Kahramanın Batılı bir kadın olması, iki yönlü bir erek edindirmiş Çoker’in şiirine. İlki, tarihsel bir çarpıklıkla bize bakan Batı’ya, bizi doğru gösteren bir gözlük takmak. İkincisi yitik değerlerimize göndermeler eşliğinde bize bizi yeniden hatırlatmak. Böylece şair ‘Bella’ adlı kahramanı üzerinden şiirinin kültürel vizyonunu vermiş oluyor. Çoker bu vizyonu gelenek üzerinden günümüze taşımak istemiş. Şiir gelenekten bugüne bir kültür nakli işlevini yüklenmekle kalmıyor fakat eş zamanlı bir yaklaşımla çağdaş bir anlayışa konum atmak istiyor. Bu konumun geçmişi yedi askı şairlerine kadar gidiyor. Çoker gelenekten bugüne gelirken çağrışım tekniğinden faydalanıyor. Sözgelimi şiirin giriş kısmında ‘askı’ ‘şiir’ ‘divan’ gibi sözcükler bizim kültürümüze gönderme yaparken, ‘kilise’ ‘saray’ ‘kambur’ ‘Paris’ ‘ateş’ gibi sözcükler Batılı kültür kodlarına tarihsel bağlamda göndermelerle yüklüdür. Mesela ‘kambur’ sözcüğü hem Victor Hugo’nun malum eserine gönderme yapıyor hem de Batılı değişmez çarpık zihinsel kodları ima ediyor. Bu tarihsel bağlam kitabın tamamında şiirlerin oturduğu kültürel zeminin hammaddesi olmuştur. Çoker, şiirinin hammaddesine iki faz koymuş: Aşk ve tarih. Bu sözcüklerin dolaşımda olduğu her kesitte ‘eşitleme’ tekniği dolaşıma sokulmuş. Eşitleme ise şiirin duygusal performansını tahkim etmek üzere vazife almış görünüyor. Beri yandan aşk ve tarih eşitlemesi, ‘Bella’nın kişiliğinde, şiiri Batı uygarlığına yapılan eleştirinin duygusal formuna hazırlamıştır. (Bella, Batılı bir kadın, Tolstoy’un Esmeralda’sı) İçinden aşk ve tarihin geçtiği bu duygusal formun, İslam’ın insanı evrensel düzeyde kuşatıcı yapısıyla Batılı rasyonel akıl arasında karşılaştırmaya matuf geliştirildiği bariz görünüyor. Çoker ayrıca karşılaştırırken kendi konumunu açıkça deklare etmekten çekinmemiş. Bir nevi şiiri yazma sürecini de şiire dahil etmiş diyeceğim. ‘Bella’yı duygularının tercümanı kılarken muhayyilesine aşk ve tarih elbisesi giydirmekten çekinmemiş. Fakat nihai planda Çoker’in, içinden tarih geçen bir aşk şiiri yazdığı söylenebilir. Bir sonraki konuşmamızda şiirin vazettikleriyle estetik konumu arasındaki ilişkiyi daha yakından kurcalamak üzere, tadımlık birkaç kesitle şimdilik ara verelim.
‘Aşk aslında / Bir kuşatma tutkusu’ ‘Yeni camide kıyamete kurulu güneş saati gibi / Ayasofya’da kazaya kalan namazsın’ ‘Rüyalarını boyuyor kadın / Az daha mutlu olsun diye hayat’