Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ‘Beş Şehir’ Adlı Kitabından Alıntılar | Rahime Kösem Alcan

Ahmet Hamdi TANPINAR- BEŞ ŞEHİR

Ankara

Türk velîleri, Roma ve Bizans taşlarıyla sarmaş dolaş yatarlar. Dedelerimizin mezarlıklarından çıkan yeşillikler hangi itikatların etrafında yontuldukları belli olmayan çok eski taşları kendi rahmâniyetleri ile yumuşatırlar; burada kerpiç bir duvardan İyonya tarzında bir sütun başlığı veya arkitrav fırlar, ötede bir türbe merdiveninin basamağında bir Roma konsülünün şehre gelişini kutlayan kadim bir taş görünür, daha ötede bir çeşme yalağında eski bir lahdin bakantaları gülümser…

Erzurum

Hiçbir yerde memleketin Birinci Cihan Harbinde geçirdiği tecrübenin acılığı burada olduğu kadar vuzuhla görülemezdi. Bu, eski ressamların tasvir etmekten hoşlandıkları şekilde, ölümün zaferi idi. Dört yıl, bu dağlarda kurtlara insan etinden ziyafetler çekilmiş, ölüm her yana doludizgin saldırmış, seçmeden avlamıştı… Bununla beraber, nüfusu altmış binden sekiz bine inen Erzurum Milli Mücadeleye önayak olmuş, Ermenistan zaferini idrak etmiş, yavaş yavaş sağ kalan hemşehrilerini toplamaya başlamıştı.

Konya

Konya, bozkırın tam çocuğudur. Onun gibi kendini gizleyen esrarlı bir güzelliği vardır. Bozkır kendine bir serap çeşnisi vermekten hoşlanır. Konya’ya hangi yoldan girerseniz girin sizi bu serap vehmi karşılar. Çok arızalı bir arazinin arasından ufka daima bir ışık oyunu, bir rüya gibi takılır.

Bursa

Evliyâ Çelebi, Bursa çeşmelerinden uzun uzadıya bahsettikten sonra sözü “ Velhâsıl Bursa sudan ibarettir.” Diyerek bitirir. Canım Evliyâ! Sade bu iki cümlen için benim hâfızamda adın Bursa ile birleşiyor. Sen Bursa’nın şiirini tadanların başında gelirsin ve bir gün senin ruhunu şad etmek istersek Bursa çeşmelerinden birine senin adını veririz ve sen onun ağzından bu güzel şehrin zaman içinde geçirdiği macerayı bize bir su damlası kadar saf ruhunla nakledersin.

Cetlerimiz inşa etmiyorlar, ibadet ediyorlardı. Maddeye geçmesini ısrarla istedikleri bir ruh ve imanları vardı. Taş, ellerinde canlanıyor, bir ruh parçası kesiliyordu. Duvar, kubbe, kemer, mihrap, çini, hepsi Yeşil’de dua eder, Muradiye’de düşünür ve Yıldırım’da harekete hazır, göklerin derinliğine susamış bir kartal hamlesiyle ovanın üstünde bekler. Hepsinde tek bir ruh terennüm eder.

İstanbul

Eski İstanbul’da mimarinin saltanatına rekabet eden başka güzellik varsa o da ağaçlardır. ..

İstanbul’a gelen seyyahların hepsi ağaçlarımızın güzelliğinden bahseder..

Büyük mimarlarımız ise, daima eserlerinin yanı başında, birkaç çınar veya serviyi eksik etmezlerdi; gür yaprağın tezadı onların en güzel terkiplerinden biriydi…

Ağaç sade mimarlık zevkimize ve şehirciliğimize girmez. Eski şiirin mücerret dünyası bir halı desenine benzeyen servi, çınar, kavaklarla doludur…

Gerçeği de bu ki her çınarda bir dede edası vardır. Onlar, toprağımızın hakiki gururudur; belki dedelerimiz o heybetli vakarı, o dağ sükûnetini onlardan öğrendiler. Onun için Yahya Kemal’in Itrî’yi eski çınarların mektebinden yetiştirmesini çok iyi anlıyorum.

“O dehâ öyle toplamış ki bizi

Yedi yüzyıl süren hikâyemizi

Dinlemiş ihtiyar çınardan…”

İstanbul gittikçe ağaçsız kalıyor. Bu hâl, aramızdan şu ya da bu âdetin, geleneğin kaybolmasına benzemez…

 Bir ağacı ölümü, büyük bir mimarî eserin kaybı gibi bir şeydir. Ne çare ki biz bir asırdan beri, hatta biraz daha fazla, ikisine de alıştık….

Hemen her yerde, çoğu surların etrafında olmak üzere, fetih şehitlerinin mezarları vardır. Bunlar Türk İstanbul’un tapu senetleridir. İstanbul’da bizim hayatımız bu şehit türbelerinin etrafındaki hürmetle başladı.

Rahime Kösem Alcan, iktibas etti…

{Elestirel.net, 15.11.2021}

Başa dön tuşu
Haber Kaygı