Son Santra Üzerine Postmodern ve Politik Bir Okuma – Ethem ERDOĞAN

Bazı metinler vardır, elinize alıp okumaya başladığınızda ne olduğunu tam olarak kestiremezsiniz. Genişliği ya da derinliğinin sınırını algılamak zordur. Ne bir romanın sade akışına, ne bir masalın derin büyüsüne, ne de bir distopyanın karanlık tahayyülüne sığarlar tam olarak. Ahmet Melih Karauğuz’un Son Santra adlı eseri, işte tam da bu arada kalmışlığın, hatta bu aradalığın bilinçli tercihlerle direnişe dönüştürüldüğü bir anlatıdır. Okurunu yalnızca bir hikâyeye değil, türlerin, fikirlerin ve sistemlerin sınırlarına çağırır.

İlk bakışta bu roman bir futbol hikâyesi gibi görünür. Gençlerin, tozlu sahaların, hayallerin romanı… Oysa bir süre sonra bu oyunun yalnızca çimenlerde değil, bilinçaltında ve sistemin duvarlarında oynandığını fark ederiz. Karauğuz, futbolu yalnızca bir tema değil, aynı zamanda bir metafor, bir direniş estetiği olarak kurar. Top, bazen bir başkaldırının simgesine dönüşür, bazen umutla çizilen bir dairenin merkezine yerleşir.

Son Santra‘nın en dikkat çekici katmanı, distopyaya yaslanan kurgusudur. “Yan Kent” gibi ötelenmiş bir coğrafyadan, merkezşehir denen sistemin mabedine, robotların oynadığı ve yönettiği maçlara uzanır. Bütün mesele “insan hata yapar” mottosuna yüklenmiştir. Oysa tam da bu kısım dijitalizm açısından provoke edilmelidir. Şöyle provoke edelim: Çocukluk, dijital çağın en büyük güvenlik açığıdır. Kodlanamaz, tahmin edilemez, optimize edilemez. Bu yüzden sistem onu “masumiyet” olarak öne sürerken, aslında onu etkisizleştirmeye çalışır. Ama çocukluk, bir ideolojik sabotaj aracıdır—veri düzenine karşı bilinçsiz ama etkili bir direniş biçimi. Çocuk, sistem tarafından dayatılan mantıklı ve tutarlı şeyleri reddeder. Bunu da şunlarla yapar: “Neden?” sorusunu sonsuz döngüye sokar. Kuralları oyunla bozar. Zamanı doğrusal değil, duygusal olarak yaşar. Bir çocuk, bir çubuğu hem kılıç hem termometre hem de uzay gemisi olarak kullanabilir. Bu, nesneye sabit anlam yükleyen dijital sistem için bir tehdit oluşturur. Oyun, sabit kodları bozan bir virüstür. Hatta bir adım daha ileri gidersek; eğitim, çocukluğu dijitalleştirme çabasıdır. Zamanı parçalara bölerek, davranışları puanlarla ölçerek, hayal gücünü “konu dışı” ilan ederek bütün köşeleri yontma meselesi… Eğitime farklı gözlerle bakış en büyük ihtiyacımız artık. Hele şu sözden sonra: “Okulda öğrendiklerimi unutmak için on beş yılımı harcadım.” (Peter Ustinov). Dijital çağla savaşmak için çocuklara olan ihtiyacımız çok güçlü ve acil ihtiyaç. Çocukluk, dijital çağın enformasyon mimarisine karşı bir virüs gibi çalışır. En tehlikeli yazılımdır yani. Tahmin edilemez, standardize edilemez, kontrol edilemez özellikleri ile sistemi zor duruma sokar. Bu yüzden dijital çağ, çocukluğu nostaljiyle etkisizleştirme yoluna gidebilir. (“ah ne güzel günlerdi”). Olmazsa –ki olmaz- disiplin devreye alınır. (“uslu dur”). Ama çocukluk, her zaman bunları aşar. Sistemin en steril anında bile bir çocuk sesi algoritma bozma gücüne sahiptir. Bu, dijital çağın en büyük kâbusudur: mantıksızlıkta ısrar eden bir bilinç. Çocukluk, algoritmanın en büyük düşmanıdır. Çünkü onu anlayabilecek bir işlemci /yapay zeka üretilemez.

Konuya dönersek; sistemi kuran mühendislerden birisi futbolun tabiatında olan hırs, azim, tutku gibi fenomenlerin sıfır hata ile robot futbolunda olmamasından dolayı insan futbolunun kaldırılması sebebiyle pişman olmuştur. Futbolun tabiatında olan fenomenleri tetikleyerek bastırılan bireylerden Yan Kent’te bir takım kurar. Bu takım merkezşehir hâkiminin –diktatörünün- izni ile robot takımıyla maç yapar. Beklenmedik bir başarı sağlar.

Ötekilerin bu ilginç hikâyesi, klasik bir distopik evrende filizlenir. Ancak bu distopya, karanlığa teslim olmayanlar tarafından çizilen bir dünya resmidir. Sistemin koyu duvarlarında açılan küçük bir çatlağı, o çatlağın içinden sızan umudu anlatır. Arda ve arkadaşlarının futbola, yani asıl anlamda oyuna, hakikate ve kendilerine dönüş çabası; bu distopik yapının içinde umut veren bir yürüyüşe dönüşür. Karauğuz, distopyayı tersyüz eder; onu boğan değil, içinde direniş ve diriliş üretilen bir evrene çevirir.

Bu roman yalnızca bir türün sınırlarında kalmamış. Masal ve fabl geleneği de Son Santra‘nın ruhuna sinmiş. Sinan Kara gibi yol gösterici figürler, geleneksel anlatıda karşılığı olan figürlerdir. (Bir tür dede korkut.) Karakterler yalnızca kişiler değildir; her biri bir değerin, bir hissin temsilidir. Bu da romana bir masal atmosferinden ziyade masal derinliği vermiş.

Karauğuz’un esas başarısı türler arası geçişler değil. Bu geçişlerin içerdiği sosyolojik ve ekonomik farkındalıkla ilgili konu. Son Santra, futbolun yalnızca bir oyun olmadığını, sistemin nasıl bir tahakküm aracına dönüştürdüğünü tüm açıklığıyla sergiler. Spor, özellikle de futbol, yalnızca sahada oynanmıyor nihayet. Bir piyasa değeri meselesi var. Gençler, yetenekleriyle değil, satılabilirlikleriyle var olabilirler. Kapitalizmin, futbolu metalaştırdığı; yetenekten çok pazarlanabilirlik üzerinden kariyer inşa ettiği bir dünyada, Arda gibi gençlerin umutları birer reklam afişidir yalnızca.

Bu roman, sınıf meselesini de tüm açıklığıyla ortaya koyar. Yan Kent’in gençleri, sistemin dışladığı, ezdiği, görmezden geldiği çocuklardır. Onların bulduğu bir çıkış kapısıdır futbol. Bu kapıdan geçebilenler de sistemin verdiği role uyanlardır. Gerçek yetenek, direnç ve dürüstlük, çoğu zaman bu kapıdan ileri yol alamaz. Bu döngüyü değiştirmek ender görülecek hadisedir ki bu yaşanmıştır.

Romanın postmoderne yakalandığı yer yer türler arası geçişgenlikle beraber ironi, metafor bolluğu ve anlatının yapısına yüklenen bilinçtir. Gerçeklik, zaman zaman kırılır; robotlar sahaya iner, masal karakterleri sistemin yarattığı gri gerçeklikte belirir. Bu teknikler, romanın ne anlattığının ötesinde nasıl anlattığının da sorgulama imkânı verir.

Sonuçta bu anlatı birkaç çocuğun futbol oynama meselesinden ibaret değildir. Bu, bir maşerî vicdan hareketinin “son santra” yaptığı hikâyedir. Karakterleri tek tek bir destan karakterine dönüşmez. Birlikte yaptıkları bir etkinlik sonucu bir efsaneye dönüşürler. Bu sebeple bu metin için “postmodern bir epik anlatı” diyebiliriz. Bir destandan fazlası, bir hakikatin inşasıdır çünkü. Son Santra, edebi tür sınırlarına hapsedilemeyecek bir metindir. Dahası da var: bu sınırları yıkma azmi de ortada duruyor. Hali hazırdaki hayatın eşitsizlikle, çürüme ile malul yanlarının direnişle tamir edilebileceği fikrini verir. Masalsı ve distopik olduğu kadar uyarıcıdır. Bir futbol hikâyesi olarak kolektif, bir sosyolojik roman kadar realitiktir. Ahmet Melih Karauğuz’un bu kitabını edebî bir eser olmanın ötesine taşıyan içrek bir güç var. Bu güç “oyunu” yeniden tanımlayan sanatsal bir karşı duruş ortaya koymasıdır.

Çocukluk, dijital çağa karşı en büyük silahtır. Çünkü insanı veri olmaktan çıkaran tek güçtür. Onu kavranamaz, duygusal, saçma ve yaratıcı yapar. Öneri olsun: çocuklarınızın çocukluğu sizin ya da babanızın çiftliği değil, bastırmayın, yok etmeyin. Bu pedagojik de değil. Buna mukabil ideolojik bir mecburiyettir. (Sizin ideolojiniz ne çocuğu ne beni ilgilendirir ayrıca.) Çünkü çocuk, sistemin içinde doğan ama sisteme ait olmayan tek şeydir.

Yazıyı bitirirken asıl santraya davet ediyorum sizi. Asıl santra okurun zihninde.

Son Santra

Ahmet Melih Karauğuz

Hece Yayınları – Genç Hece

2025 Ankara


Yazar: Ethem ERDOĞAN
Yayın Tarihi: 13.10.2025 09:00 –
Güncelleme Tarihi: 27.08.2025 09:38

Kaynak: Kitap Haber

Başa dön tuşu