ÇOCUKLARIMIZA SINIR İHLALLERİ KARŞISINDA KENDİLERİNİ KORUMAYI NASIL ÖĞRETEBİLİRİZ?

Küçük yaştaki çocuklarımızla yaşadığımız uyku ve yemek sorunları, ilköğretim çağındaki çocuklarımızla bilgisayarın başında geçirilen zaman, ödev yapma, odasını toplama konularındaki sorunlar, biraz daha büyüklerle yaşadığımız eve giriş çıkış saatleri ya da sakıncalı arkadaşlar, kötü alışkanlıklar. Hepimiz çocuklar…ımızın iyiliğini istiyoruz. Yemeklerini yesinler, zamanında uyusunlar, kötü alışkanlıklar edinmesinler…Onları eğitmeye ve iyi birer birey olarak topluma kazandırmaya çalışırken çok sevdiğimiz çocuklarımızla bazen kavga etme noktasına geliyoruz. Çatışma yaşıyoruz, otoritemizi korumaya çalışıyoruz, sözümüzün dinlenmesini istiyoruz, güç mücadelesine giriyoruz? Çocuklarımızın disipline, kurallara ihtiyaca var. Ancak çocuklarımızla kavga etme noktasına geliyorsak bu kavgayı ilk kim ve nasıl başlatıyor? Eğer çocuğumuzun kendine özgü dünyasını anlamıyorsak, ihtiyaçlarını hissedemiyorsak, onu kendi varoluşu içinde algılayamıyorsak çatışmayı biz başlatmışız demektir. Yoksa bütün çocuklar varoluş sınırlarının çiğnenmesi durumunda öfkeyle ve saldırganca tepki verirler. Çocuğun tepki vermesi onun ilerleyen yaşlarında kendisine yapılan sınır ihlallerini fark etmesini ve bu ihlaller karşısında tepkisini gösterebilmesini, böylece kendisini koruyabilmesini sağlar. Ancak bizler çocuklarımızın bu tür tepkileri karşısında paniğe kapılırız ve ödül ya da ceza yöntemini devreye sokarak çocuklarımıza sınır ihlalleri karşısında duyarsız olmaları gerektiğini öğretmiş oluruz. Çocuğumuzun sınırlarını biz nasıl ihlal ediyoruz bunu bir örnekle anlatalım. Televizyonun karşında oturmuş dizi seyreden çocuğumuzu uyarıyoruz. “Hadi kalk artık televizyonun başından ödevlerini bitiremeyeceksin” O da bize “tamam” diyor “bitiririm” ama seyretmeye devam ediyor. Çocuk televizyonu kapatıp dersin başına geçmedikçe sinir katsayımız daha çok artıyor ve çocuğu ekran başından kaldırmak için tacizlere devam ediyoruz. Çocuk diyor ki “beş dakika sonra bitecek en heyecanlı yeri” Biz diyoruz ki “biliyorum ben senin beş dakikalarını, bir saat oldu hala beş dakika daha diyorsun”. Eğer çocuğa istediğimizi yaptırmayı başaramadıysak iki tür tavır sergiliyoruz. Ödül ya da ceza. Çocuğu korkutup sindirerek ya da yumuşak yumuşak hafta sonu için vaatlerde bulunarak amacımıza ulaşmaya çalışıyoruz. Biri ötekinden daha mı iyi? Hayır. Ödüllendirmek ve yumuşak yumuşak ikna etmekte en az televizyon kumandasını alıp çocuğa fırlatmak kadar kötü. Çünkü her iki durumda da çocuğa yönelik bir ihlal var, çocuğun sınırlarına taciz var. O anda çocuk ne istiyor? Bir an için bunu düşünün. “Çocuğum ne istiyor, bunu neden istiyor, onun için bu neden bu kadar önemli, bunu yapmaya neden ihtiyaç duyuyor”. Sonra kendinizi bir an onun yerine koyun. Siz şimdi bu yazıyı okurken ve bu yazıyı bir an önce bitirmek isterken biri gelip diyor ki: “Hadi bırak artık okumayı”. Siz “tamam sonuna geldim zaten” diyorsunuz. “Bitmez o yazı kalk artık daha yemek yapmadın. Bak aç kalacak çocuklar hadi kalk artık.”diyor size. “Yetiştiririm ben yemekleri bırak şu yazıyı bitireyim.” diyorsunuz. “Yetişmez o yemek mümkün değil. Ya hemen kalkarsın ya da bilgisayarı alırım ve bir ay elini süremezsin.” diyor bağırarak. Evet ne hissediyorsunuz şu anda? Yine de diyebilirsiniz ki: “Çocuk öyle oturmuş televizyon seyrederken ne yapacaktık, aferin deyip onun yerine ödevleri biz mi yapacaktık. Bu çocuk okumazsa, sınavlarda başarılı olmazsa ne olacak? Burası Türkiye koşullar belli. Teog var LYS var. Mecburuz ona ödevlerini yaptırmaya. Evet aynen öyle çocuklarımız ödev yapmalı, çocuklarımız yumurta yemeli, erken yatmalı, uykusunu almalı, sosyal faaliyetlere katılmalı. Ve biz çocuklarımıza güzel alışkanlıklar kazandırırken önce onları hissetmeliyiz, görmeliyiz onları. Televizyonun başında kalma saatini uzatan çocuğumuzun yanına oturup ilgisini çeken şeyi anlamaya çalışabiliriz. “Ne seyrediyorsun”, “heyecanlı mı”. Mutlaka bizimle paylaşmak isteyecektir. “En heyecanlı yeri anne gelsene sen de”. Biz de oturup onu heyecanlandıran şeyi onunla beraber seyredebiliriz. Yarına yetişmesi gereken proje ödevini ona hatırlatabiliriz. Ve ona sorabiliriz: “Şu ödevle ilgili ne yapmayı düşünüyorsun, yetiştirebilecek misin.” Çocuğumuzla ilgili amacımız onun bilgisayar oynamasını engelleyip daha çok ders çalışmasını sağlamaksa bunu başarabiliriz. Çocuğumuz en iyi okulları kazanabilir, sporda başarılı olabilir, iyi arkadaşlar edinebilir. Ama bu sürdürülebilir başarı için yeterli değilidir. Çocuklarımıza kendi sınırlarını bulmayı, kendine güvenmeyi ve korumayı öğretmek en önemli anababalık görevimizdir. Çocuklarımızı ancak bu sayede silik, ezik, kimliksiz, boyun eğen olmaktan kurtarabiliriz. Çocuklarımızı sınır ihlallerine karşı duyarsız yapan biziz. Çoğu yetişkinin en büyük problemi sınırlarını koruyamamak, incitilmek, kullanılmak ama yine de hayır diyememek. Çünkü aklımız başımıza çok sonradan geliyor, sınırlarımızın çiğnendiğini çok fazla kaybettikten sonra anlıyoruz. Çünkü daha çocuk yaşlarımızda yaşadığımız sınır ihlallerini görüp çığırtkan tepkiler verdiğimizde sorunlu çocuk olarak damga yiyoruz. Çocuğumuzun varlığına saygı duyarak, sevgi dolu ilişkimizi bozmadan ve kavga etmeden de disiplini sağlayabilir otoritemizi koruyabiliriz. Bu konuyla ilgili daha detaylı bilgiyi “Terapi Odası Konuları” kitabımın çocuklar bölümünde bulabilirsiniz.

Başa dön tuşu
Haber Kaygı