İslamcılığın Kavram Haritası – Düşünce

İdeolojilerin, fikir akımlarının, paradigmaların, dünya görüşlerinin, siyasi çizgilerin kavram haritaları olur. Hem kendilerini tanımlamaları hem de kendi dillerini oluşturmak için belli kavramları öne çıkarırlar. Bu meyanda İslamcılığın bir kısım kavramları üzerinden bir kavram haritası çıkarmaya çalışalım. Bu kavram haritası çalışması nihai ve kesin bir çalışma değil, ideal bir kavram haritası için ilk adım sayılabilir.
Tevhid: İslamcılık Tevhid kavramını bütün anlam ve yansımaları ile merkeze alır. Tevhid, İslam düşüncesinin özüdür. Vahyin kalbidir. Bütün bir İslam medeniyetinin omurgasıdır. Tevhid, bir inanç ilkesi olmakla birlikte; bir dünya görüşü, bir ontoloji, bir ahlak ve bir toplum projesidir.
Tevhid, varlığın, bilginin, hayatın ve yönetimin her alanında yalnızca Allah’ın birliğini/kanunlarını/emir ve yasaklarını tanımak, kabul etmek ve bu birliği birey ve toplum hayatının bütününe taşımaktır.
İslamcılık tevhidin şu yansımalarını öne çıkarır. Allah yalnızca bireyin değil, toplumun da Rabbidir. Tek Rab Allah’tır. Siyaset, hukuk, iktisat, eğitim ve ahlak düzeni; Allah’ın hükümlerine uygun olmalıdır. Tevhid, ilahi egemenliğin hayata yansımasıdır. Egemenlik Allah’a aittir; insanlar ise O’nun kullarıdır.
Adalet: İslam düşüncesinin temel taşıdır. Adalet, yalnızca bir hukuk ilkesi değil; bir varlık düzenidir. Hem ilahi bir sıfat hem ahlaki bir ilke hem de toplumsal bir görevdir. Adalet, her şeyi yerli yerine koymak; her hak sahibine hakkını vermek; güçlünün değil haklının yanında durmak; dengeyi, ölçüyü ve hakkaniyeti korumaktır.
İslamcılık adaleti ontolojik olarak, ahlaki olarak ve toplumsal olgu olarak ele alır. Adaletin toplumsal olgu yansımasını merkeze alır. Adalet; zayıfın hakkını korumak, güçlüye sınır koymak, yoksulun elinden tutmak, yöneticinin hesap verebilir olmasıdır. Bir yönetim sistemi adil değilse, dindar görünmesi onu kurtarmaz. Adalet yoksa İslamilik de yoktur. Devletin dininin adalet olduğunu savunur İslamcılık. Adalet, İslam’ın kalbidir. Tevhidin topluma yansıyan şeklidir.
Özgürlük: İnsanın fıtratına uygun olarak, aklını ve iradesini kullanarak hakikati tanıması, doğru olanı seçmesi ve hiçbir beşeri tahakküm altına girmeden yalnız Allah’a kul olmasıdır. İslamcılık, özgürlüğü kölelik ve tahakküme karşıtlık yönü ile merkeze alır. İnsan köleleştirilemez ve tahakküm altına alınamaz. Adaletin ve hakkın tesis edilmediği yerde gerçek özgürlük olmaz. Zorbalık, baskı, sansür, istibdatın olduğu yerde insan iradesi çürür. İslamcılık; insanları kula kulluktan kurtarıp Allah’a kul olmaya davet edip, insanın özgürleşmesini hedefler.
Sorumluluk: İslamcılık sorumluluk kavramını merkeze alarak sorumluluk bilinci olan fertlerde müteşekkil bir hareket ve toplum hedefler. Sorumluluk, insanın varlıkla, hakikatle ve hayatla olan ilişkisinde taşıdığı yükün adıdır. O, sadece bir görev değil; aynı zamanda bir bilinç, bir şuur, bir ahlaki duruş ve bir emaneti üstlenme iradesidir. Sorumluluk, insanın sahip olduğu nimetlerin, yeteneklerin ve imkanların Allah katında bir emanet olduğunu bilmesi ve bu emanetleri hak ve adalet üzere kullanmasıdır. Yani sorumluluk; kulun Rabbiyle, kendisiyle, çevresiyle ve toplumla kurduğu her ilişkinin bilincinde olmasıdır.
Islah-Muslih: “Islah” ve “muslih”, Kur’ani kavramlardır ve İslam düşüncesinde temel bir yer tutarlar. Bu kavramlar sadece bireysel ahlakla sınırlı değil; toplumu, siyaseti, düşünceyi, ümmeti ve insanlığı içine alan çok geniş bir düzlemi ifade eder. Islah, bozulanı düzeltmek, yanlış olanı hakka çevirmek, adaletsizliği gidermek, toplumun, düşüncenin ve davranışın Allah’ın muradına uygun hale getirilmesidir. Islah; sadece tamir etmek değil, Allah’ın istediği düzeni kurmak demektir.
Muslih, ıslah eden, düzeltici olan, adalet kuran, bozulanı onaran, fitneye karşı barış ve denge getiren kişidir. Kur’an’da muslih, müfsid (bozguncu) kavramının zıddıdır. Muslih olmak: Hakkı konuşmak, korkmadan adaleti savunmak, kırılanı onarmak, ayrılanı birleştirmek, ihtilafı vahiy ölçüsünde çözmek demektir.
Muhsin: Allah’ın emirlerine tam bağlılıkla itaat eden, O’na karşı kulluğunu en güzel şekilde yerine getiren, kalbiyle, diliyle ve fiiliyle güzellik ve ihsanı (en iyi ve en güzel davranışı) eksiksiz gösteren kimsedir. İslamcılığın hedeflediği ideal müminin en önemli vasıflarından biri de muhsin olmasıdır. Muhsinler, ümmetin ahlaki ve ruhi direkleridir. Onların varlığı, toplumda barış ve huzurun kaynağıdır. Muhsin, sadece kendisine değil, çevresine, topluma ve ümmete karşı da sorumluluk sahibidir. Güzellik ve iyiliği çoğaltır, kötülüğü engeller. Müminlerin ideal örneğidir. Muhsin, hem Allah’a karşı kulluğunu en güzel şekilde yerine getiren, hem de insanlara karşı iyilikte ve adalette kusur etmeyen kişidir.
Muhlis: Muhli̇s, yaptığı ibadet, hayır ve tüm iyi amelleri sadece Allah’ın rızasını kazanmak için yapan, kalbinde hiçbir riya (gösteriş) ve samimiyetsizlik bulunmayan kimsedir. İslamcılığın hedeflediği mümin ferdin olmazsa olmaz vasıflarından biri de muhlisliktir. Muhli̇slik, ihlasın hayat bulmuş halidir. İslam toplumunda gerçek mühlisler, toplumun iman direkleridir.
İtidal-Denge: Bu kavramlar İslamcılık için ölçü olan kavramlardır. İtidal, “orta yol”, “aşırılıktan kaçınma”, “ölçülü, dengeli davranma” anlamına gelir. Denge ise, bu itidalin yaşama yansımasıdır; aşırılığa ve eksikliğe düşmeden her alanda uyumlu ve sabit kalabilmektir. İtidal, dengeyi koruyarak hakkı ve adaleti sağlama yoludur. İtidal ve denge, İslamcılığın ruhu ve pratiği için vazgeçilmezdir. İnsan ve toplum ancak itidal ile hakikatte sebat edebilir, hayatı anlamlandırabilir ve barışı koruyabilir. İtidal, dünya ve ahiret hayatı için kazanmanın ölçüsüdür.
Rıza-i İlahi: İnsanın Allah katında hoşnutluk, memnuniyet ve takdir kazandığı haldir. Bu, ancak insanın Allah’ın emirlerine uyması, O’nun yolunda samimiyetle yaşaması ve kul olarak görevlerini hakkıyla yerine getirmesiyle mümkündür. İslamcılığın hedeflediği müminin vasıflarından biri de ilahi rızaya uygun yaşamasıdır. Rıza-i İlahi, müminin hayatının yegane amacı, yönü ve gayesidir. Hiçbir dünyevi çıkar, hiçbir fani mutluluk, Allah’ın rızasının yerini tutamaz. Bu yolda atılan her adım, insanı hem dünyada hem ahirette yüceltir.
Tevazu: Tevazu, insanın kendini olduğundan büyük görmemesi, kibir ve gururdan kaçınması hem Allah’ın büyüklüğü karşısında hem de insanlarla ilişkilerinde alçak gönüllü olmasıdır. Tevazu sahibi kişi, hakikatte kulluğunu idrak etmiş, nefsinin kibir ve bencillik tuzaklarından uzaklaşmıştır. Tevazu: Sağlıklı toplumsal ilişkilerin temelidir. Kişiyi daha sabırlı, daha anlayışlı ve daha yardımsever yapar. Tevazu, insanın hem Allah’a hem insanlara karşı en güzel tutumudur. Kibirden ve gururdan arınmak, gerçek büyüklüğün yoludur. Müminin kalbi tevazu ile olgunlaşır.
Merhamet: Başkalarının acısını, zorluklarını anlamak, onlara yardım etmek için kalpten duyulan içten sevgi ve şefkattir. Kalbinde merhamet olmayan kişi islamcı olamaz. İslam’da merhamet, adaletle dengelenir. Merhamet, İslam ahlakının kalbidir. Onunla hem Allah’ın sevgisini kazanır, hem de toplumda sevgi, barış ve huzur tesis edilir. İslamcılık merhametin özellikle toplumsal yansımasını merkeze alır.
Mücahede-Cihad: Mücahede mücadele etmek demektir. Bir yönü ile nefisle mücadele bir yönüyle ifsad ve kötülükle mücadele anlamına gelir. Mücahede, cihadın içsel ve temel boyutudur. Cihad ise, Allah yolunda her türlü çaba ve mücadeleyi kapsayan geniş bir kavramdır. İslamcılık cihad ve mücahede kavramlarını bütün anlamları ile merkeze alır. Eğitim, bilim, ekonomi, sosyal adalet, kültür ve düşünce alanlarındaki gayretler de cihad kapsamındadır. Bugünün cihadı, zulme karşı hak ve özgürlükler için mücadele etmek, cehalet ve taassuba karşı bilinçlenme yoludur. Bununla birlikte cihadın nihai hedefi, barış ve adalet ortamının tesisidir. İslam, barışı esas alır; cihad ancak barışın sağlanması ve korunması için yapılır.
İçtihad: İslamcılık içtihad meselesini çok önemser. İçtihad kapısının açık olduğunu ve mutlaka içtihad yapılması gerektiğini savunur. İçtihad, hukuki ve dini meselelerde doğrudan Kur’an ve Sünnet’te açık hüküm bulunmadığında, bu kaynakların prensipleri, kıyas (benzetme), istihsan (iyi olanı tercih), maslahat gibi yöntemler kullanılarak yeni hükümler çıkarma çabasıdır. İçtihadın amacı: Müslümanların karşılaştığı yeni durumlarda, Kur’an ve Sünnet’e uygun hükümler bulmak. Hukukun güncellenmesini, toplumun değişen şartlara uyumunu sağlamak. Dini hükümlerin dinamikliğini korumak. Günümüzde içtihad; modern sorunlar (biyoteknoloji, insan hakları, ekonomi, siyaset) karşısında islami bir bakış sunması için şarttır. Müslüman toplumların çağdaş hayatla uyumu ve İslam hukukunun güncellenmesi içtihada bağlıdır. İçtihad, İslam hukukunun canlı kalmasını sağlayan, vahyin gölgesinde, yeni durumlara çözümler üreten bir metodolojidir. Günümüzde de doğru şartlarda içtihad yapılması, dinin toplum hayatındaki rehberliğini sürdürebilmesi için elzemdir.
Hüsnü zan: Başkaları hakkında güzel, olumlu ve iyi niyetli düşünme tutumudur. Hüsnü zan, bir kimseyi ya da bir durumu, kötü ve olumsuz düşüncelerden uzak, hayır ve iyilik üzere değerlendirme, başkalarının niyetlerini, sözlerini ve davranışlarını en iyi ve güzel şekilde yorumlama halidir. Hüsnü zan, İslamcılık için bir ölçü kavramıdır. Hüsnü zan merkz kavramlardan biridir. İslamcılık açısından hüsnü zan; müminler arasındaki sevgi, saygı ve güvenin temelidir. Toplumun sağlıklı, barışçıl ve dayanışma içinde olması için hüsnü zan esas alınmalıdır. Kötü zan, fitne ve ayrılıkların kapısını açar, hüsnü zan ise kardeşliği ve barışı güçlendirir.
İstikamet: Allah’ın emirlerine ve peygamberlerin yoluna uygun, bozulmadan, eğrilmeden devam eden yaşam biçimidir. Bir müminin hem inanç hem davranış olarak doğru, dengeli ve kararlı olmasıdır. İslamcılık hem ferdin hem hareketin hem de toplumun istikamet üzere olmasını hedefler. İstikamet, inançta, iş, sosyal ilişkiler, ahlak ve ibadette kendini gösterir. Hayatın zorluklarına rağmen hakkı savunmak ve yolundan dönmemek istikamettir. İstikamet, insanı huzura ve başarıya götüren yoldur. İstikamet, bir müminin en değerli sermayesidir. Doğru ve sabit bir çizgide ilerlemek hem dünyada hem ahirette kurtuluşun anahtarıdır. Allah’a bağlılık, sabır ve samimiyetle istikamet korunur.
Hikmet: Bilginin, maneviyatın ve tecrübenin birleşimiyle ortaya çıkan, doğruyu yanlıştan ayırt etme ve onu en uygun şekilde uygulamaktır. Sadece bilgi sahibi olmak değil, o bilgiyi hayata geçirme ve amaca uygun kullanma yetisidir. Hikmet, Kur’an ve sünnetten kaynaklanan doğru bilgiyi içselleştirmek ve uygulamaktır. Hikmetli kişi, sözlerinde ve davranışlarında ölçülü, anlayışlı ve adaletlidir.
Tecdid: Kelime olarak “yenileme”, “tazeleme”, “canlandırma” anlamına gelir. İslam düşüncesinde ise, dinin özünü koruyarak, çağın şartlarına uygun şekilde yeniden yorumlanması ve yaşama geçirilmesidir. Tecdid, İslam’ın temel değerlerini, inanç ve ibadet esaslarını koruyarak, toplumların değişen sosyal, kültürel ve teknolojik koşullarına uygun şekilde yeniden canlandırılmasıdır. Tecdid hareketleri, dini hayatın canlı kalmasını sağlamış, hurafelerden, bidatlerden ve yanlış uygulamalardan arındırmıştır. Tecdid, İslam’ın zaman ve mekân şartlarına uygun olarak canlandırılmasıdır. Dini hayatın canlılığı ve toplumların gelişimi için vazgeçilmezdir.
İttihad: Birlik olma, birleşme, birlikte hareket etme anlamlarına gelir. İslam düşüncesinde ise, ümmetin birliği, kardeşlik ve dayanışmanın temelini oluşturur. İttihad, Müslümanların ve toplumların güçlü, sağlıklı ve huzurlu olmasının anahtarıdır. Birlikten doğan güç hem bireyleri hem ümmeti korur ve geliştirir. İslamcılık ilk çıktığı dönemde ittihadı islam olarak varlık göstermiştir. Bir anlamda ittihadı islam, islamcılığın kökleridir. İslamcılık idealizm yönüyle bütün müslümanların birleşmesini hedefler. İttihadı islam fikri var olmadan İslamcılık var olamaz.
Kardeşlik: Yani uhuvvet; müminler arasında kan bağından öte, imanla kurulan güçlü, samimi ve karşılıklı sorumluluk taşıyan kardeşlik bağdır. Uhuvvet, müminlerin kalplerini birbirine bağlayan, onları güçlü kılan, İslam toplumunun temel direğidir. Kardeşlik olmadan gerçek iman tamamlanmaz; toplumsal barış ve dayanışma sağlanamaz. İslamcılık hareket ve toplumu kardeşlik bağı ile birbirine bağlar ve bu bağ üzerinden birlikte mücadele ruhunu canlı tutar.
Cemaat-Hareket: Cemaat; ortak bir inanç, düşünce veya amaç etrafında bir araya gelen insan topluluğudur. İslam’ı yaşamak, yaymak ve muhafaza etmek için bir araya gelen topluluktur.
Hareket; İslami ilkeleri toplumsal hayata taşımak için organize olmuş yapıdır. İslami hareket, İslam’ın inanç, ahlak ve hayat düzenini birey ve toplum hayatına hâkim kılmayı amaçlayan, organize ve bilinçli bir toplumsal dönüşüm çabasıdır. Bu hareket, bireysel ibadetin ötesine geçip, toplumsal adaleti, özgürlüğü, birliği ve Allah’ın rızasını esas alan bir yaşam düzeni inşa etmeyi hedefler.
İslamcılık, ideal toplumun oluşması için cemaat veya hareket olarak mücadele edilmesini yöntem olarak kabul eder. Bireysel çabalar ile İslamcı hedeflere ulaşılamaz.
Ümmet: Tevhid inancına, vahye, peygambere ve ahlaki değerlere bağlı olan müminlerin-Müslümanların oluşturduğu dini ve ahlaki kardeşlik topluluğuna ümmet denir. İslam’da ümmet kavramı, sadece bir kavim, ırk veya coğrafya etrafında değil; tevhid, nübüvvet ve ahlak ilkeleri etrafında oluşan kapsayıcı bir inanç ve sorumluluk birliğidir. İslam dünyasının birliği, dirilişi ve adaletin yeniden tesisi ümmet bilincinin yeniden canlanmasına bağlıdır.
Hilafet-İmamet: Hilafet ve İmamet, İslam siyaset felsefesinin iki temel kavramıdır. Her ikisi de İslam toplumunun başsız kalmaması, adaletle yönetilmesi ve dinin korunması amacıyla ortaya konulmuş yönetim modelleridir. Ancak bu iki kavram farklı tarihi ve mezhebi çerçeveler içinde şekillenmiştir.
Hilafet, Resulullah’ın (s) vefatından sonra onun dini ve dünyevi işlerdeki yetkilerini devralan yönetim makamıdır. Hilafet makamının çıkış amacı; ümmeti yönetmek, İslam’ın hükümlerini uygulamak ve adaleti sağlamaktır.
İmamet, özellikle Şii düşüncede, İslam toplumu üzerinde Allah tarafından tayin edilmiş masum liderlik makamıdır. İmam hem dini hem siyasi liderdir; onun tayini ilahidir, seçimle değil.
Müslümanların siyasi ve dini bir liderinin olmamasının acı sonuçları yaklaşık bir asırdır bütün islam coğrafyasında kendisini göstermektedir. İslamcılık Müslümanların dini ve siyasi bir liderinin olması gerektiğini savunur.
Şura: Kelime olarak “danışma, fikir alışverişi, ortak akılla karar alma” anlamına gelir. İslam’ın siyasal ve toplumsal sisteminde çok temel bir ilkedir. Hem bireysel hayat hem de toplumsal yönetim için bir adalet, denge ve katılım prensibi olarak yer alır. Şura, bir mesele hakkında yetkin, ilgili ve samimi kişilerin görüşlerini alarak birlikte karar verme sürecidir. İslam’a göre, hiçbir birey ya da lider mutlak yetki sahibi değildir; doğru olanı bulmak için istişare esastır. Şura, İslam toplumlarının karar alma biçimi olarak hem adaletin hem özgürlüğün hem de sorumluluğun teminatıdır. Sadece şekli değil, ahlaki ve yapısal bir ilkedir. Modern çağda şura bilincini yeniden ihya etmek, baskıcı ve tek merkezli yönetimlerin önüne geçmek için hayati önemdedir.
Direniş: Baskıya, zulme, haksızlığa, işgale, yozlaşmaya veya dayatmaya karşı bilinçli, kararlı ve ahlaki bir duruş sergileme eylemidir. İslami açıdan direniş, yalnızca fiziksel bir çatışma değil; imanı, adaleti, özgürlüğü ve hakikati korumak için verilen çok yönlü bir mücadeledir. Direniş, bir zulme boyun eğmemek, bir batıla teslim olmamak, bir hakkı terk etmemek anlamına gelir. Kur’an’da direniş, çoğu zaman “sabır”, “sebat”, “cihad”, “istikamet” ve “şehadet” gibi kavramlarla iç içe anlatılır. İslam’da direniş; kin, intikam ya da öfkeye değil; adalet, rahmet, hakikat ve sorumluluk temeline dayanır. Direniş, sadece bir tepki değil; bir iman ve şahsiyet beyanıdır. Zulme boyun eğmemek, hakkı terk etmemek, ahlaktan sapmamak ve Allah’tan başkasına teslim olmamaktır. Direnen bir mümin, zamanın tanığı, adaletin şehidi ve hakikatin elçisidir.
Şeriat: Sadece islam hukuku olarak tanımlandığı gibi bir bütün olarak direkt islam ile özdeş bir kavram olarak da tanımlanabilir. İslamcılar şeriatı genel olarak direkt islam kavramı ile özdeş anlamda kullanır. İslam hukuku daha çok fıkıh disiplini ile ifade edilir.
Şahitlik: Şahitlik, imanlı, bilinçli, üretken, donanımlı ve adaletle güçlendirilmiş bir yaşam biçimidir. Şahitlik, çağı okumak, çağın sorunlarını tespit etmek ve İslami çözümler sunmaktır. Şahitlik, İslami sorumluluğun gereği olarak, gerektiği yerde gerekeni yapmaktır. Gerektiğinde çekinmeden inisiyatif alabilmektir. Çağın ve toplumun vicdanı olmaktır.
Yazar: Ferhat ÖZBADEM –
Yayın Tarihi: 22.08.2025 09:00 –
Güncelleme Tarihi: 08.07.2025 17:05
Kaynak: Kitap Haber