Çocuklarımızın geleceğini savunmak, kamusal eğitimi korumak ve Cumhuriyetin aydınlanmacı mirasına sahip çıkacagız

MEB önünde yaptığımız açıklamaya Konfederasyonumuz Birleşik Kamu-İş Genel Başkanı Orhan Yıldırım, Genel Başkanımız Kadem Özbay, Genel Sekreterimiz Seher Ergin, Genel Mali Sekreterimiz Doğan Dağdelen, Genel Örgütlenme Sekreterimiz Bülent Metin, Genel Özlük-Hukuk ve TİS Sekreterimiz Yeliz Toy, Genel Basın-Yayın ve Uluslararası İlişkiler Sekreterimiz Hüseyin Selçuk, yöneticilerimiz ve üyelerimiz katıldı.
Genel Başkanımız Kadem Özbay’ın burada yaptığı açıklamada şunları söyledi:
Bugün burada, çocuklarımızın geleceğini savunmak, kamusal eğitimi korumak ve Cumhuriyetimizin aydınlanmacı mirasına sahip çıkmak için bir aradayız.
Çünkü bu ülkenin eğitim sistemi, yıllardır süren bilinçli politikalarla çökertiliyor; kamusal eğitim, adım adım yok ediliyor.
Milli Eğitim Bakanlığı’nın 2024-2025 eğitim-öğretim yılına ilişkin açıkladığı istatistikler, bu gerçeği tüm çıplaklığıyla ortaya koymuştur.
Türkiye’de zorunlu eğitimde olması gerekirken okul dışında kalan çocuk sayısı 611 bin 612’ye ulaşmıştır. Bu sayı, yalnızca bir istatistik değildir. Bu sayı, işçileştirilen, yoksulluğa mahkûm edilen, eğitim hakkı ellerinden alınan çocuklarımızın sayısıdır. Üstelik ilkokulda net okullaşma oranı yüzde 95’e, ortaokulda yüzde 89’a, ortaöğretimde ise yüzde 82’ye düşmüştür. Her yıl binlerce çocuk daha okul yerine atölyelere, tarlalara, sokaklara yönlendirilmekte; çocuk işçiliği eğitim politikasının doğal bir sonucu haline gelmektedir.
Bu tabloya bakıldığında, iktidarın “her çocuk eğitime erişiyor” söyleminin büyük bir yalandan ibaret olduğu görülmektedir. Çünkü devlet, kendi çocuklarını korumak yerine onları piyasaya teslim etmiştir.
Kamusal eğitimin çöküşü, özel okullardaki artışta da açıkça görülmektedir. 2002 yılında sadece 956 olan özel okul sayısı bugün 14 bin 700’e ulaşmıştır. 23 yıl içinde özel okulların oranı on beş kat artmıştır. Bu artış, ailelerin devlet okullarına güvenmemesinin, çocuklarını daha nitelikli bir eğitime ulaştırma umuduyla borç batağına girmesinin sonucudur. Devlet, kendi okullarını niteliksizleştirirken, özel eğitim sektörünü palazlandırmıştır. Böylece eğitim bir hak olmaktan çıkarılıp bir “hizmet”, bir “meta” haline getirilmiştir.
Aynı süreçte, eğitim öğretim birliği yok sayılarak imam hatip orta okulları ve liseleri açılmış tercih edilmemesine rağmen sayısı 450’den 1730’a çıkarılmıştır. Bu artış, eğitimdeki plansızlığın değil, ideolojik tercihin sonucudur. Çünkü iktidar, bilimi değil dogmayı, eşitliği değil itaati, laik eğitimi değil dinin araç olarak kullanıldığı eğitimi dayatmaktadır. Eğitim politikaları, toplumun ihtiyaçlarına göre değil, siyasal iktidarın çıkarına göre şekillendirilmektedir.
Üstelik ekonomik kriz derinleşirken, burslu öğrenci sayısının azalması da bu tabloyu tamamlamaktadır. 2023 yılında 355 bin öğrenci burs alırken, 2024’te bu sayı 344 bine düşmüştür. Yani yoksulluk artarken, devletin öğrenciye uzattığı el çekilmiştir.
Bütün bu tablo ortadayken, şimdi Meclis’te 2026 yılı Merkezi Yönetim Bütçesi görüşülmeye başlanacak.
Geçtiğimiz yılların bütçeleri, eğitimin gerçek ihtiyaçlarını karşılamaktan çok uzaktı.
2024 ve 2025 bütçeleri, okullarda yaşanan fiziki yetersizlikleri, öğretmen açığını, öğrencilerin barınma ve beslenme sorunlarını çözmedi. Bir öğün yemek ve temiz su hakkını bile bütçe yetersizliği söylemine sığınarak sağlanmamıştır.
Okulların güvenli, sağlıklı ve çağdaş ortamlara dönüşmesi için gerekli yatırımlar yapılmadı.
Yoksulluk derinleşirken, öğrenci destekleri azaldı.
Ücretli öğretmenlik uygulaması yaygınlaştırılarak, öğretmenler güvencesizliğe mahkum edildi.
Üniversiteler ise araştırma fonları yetersizliği nedeniyle bilim üretmekten uzaklaştırıldı.
İşte tüm bu nedenlerle, 2026 yılı bütçesi artık aynı anlayışla hazırlanamaz.
Eğitim bütçesi, tasarrufun değil, yatırımın alanı olmalıdır.
Kaynaklar, yandaş müteahhitlere, lüks araçlara, israfa değil; çocukların, eğitim emekçilerinin, bilimin hizmetine sunulmalıdır.
Bu ülkenin geleceği, gösterişli protokollerde, saray bütçelerinde değil; okullarda, sınıflarda, laboratuvarlarda yazılır.
Bir ülkenin itibarı, makam araçlarının sayısıyla değil, öğretmeninin refahıyla, öğrencisinin doyduğu yemekle, okulunun ışığıyla ölçülür.
2026 yılı bütçesi, çocukların, öğretmenlerin, eğitim emekçilerinin, halkın lehine oluşturulmalıdır.
Bütçe, yeni okulların yapılması, derslik sayısının artırılması, öğretmen açığının kapatılması, öğrenci desteklerinin genişletilmesi için planlanmalıdır.
Beslenme, barınma, ulaşım gibi temel ihtiyaçlar, kamusal hizmetin ayrılmaz parçası olarak ele alınmalıdır.
Eğitim bütçesi, sadece rakamlarla değil, bu ülkenin geleceğiyle ilgilidir.
Bakan Yusuf Tekin’in son dönemde yaptığı açıklamalar, zorunlu eğitimi de hedef alan tehlikeli bir yönelimi yansıtmaktadır.
“8 yıllık kesintisiz eğitim antidemokratiktir” sözleri, hem tarih bilmezliğin hem de Cumhuriyet’in eğitim devrimlerine duyulan rahatsızlığın ifadesidir.
Demokratiklik, çocukların eşit, laik ve kamusal biçimde eğitim hakkına erişmesiyle mümkündür.
Kesintisiz eğitim, özellikle kız çocuklarının okulda kalmasının güvencesidir.
Bunu “antidemokratik” ilan etmek, toplumun ilerleme sürecine baltadır.
Bakanlığın gündeme getirdiği “3+1”, “2+2” gibi modeller, eğitimde geriye gidişin adıdır.
Bu modeller, çocukları erken yaşta iş gücüne sürmeyi, özellikle emekçi ailelerin yoksullaştırlan halkın çocuklarını okuldan koparmayı hedeflemektedir.
MESEM uygulamaları ile çocukların “eğitim” adı altında üretim bantlarına gönderilmesi de artık bu niyetin somut kanıtıdır.
Biz bu düzene sessiz kalmayacağız.
Çocukların yeri sanayi çarklarının dişlileri değil; okul sıraları, kütüphaneler ve laboratuvarlardır.
Eğitim-İş olarak vurguluyoruz:
Eğitim hakkı pazarlık konusu olamaz.
Zorunlu eğitimi parçalamak, toplumun aydınlanma yürüyüşünü durdurma girişimidir.
Biz buna izin vermeyeceğiz.
Ne yazık ki ülkemizde öğretmenler, hak ettikleri saygınlıktan uzak, ekonomik ve sosyal açıdan büyük baskılar altında görev yapmaktadır. Yoksulluk sınırının altında ücretlerle çalışmaya mahkûm edilen, sözleşmeli ve ücretli istihdam politikalarıyla güvencesizliğe itilen aynı görev ve sorumluluğa sahip olmasına rağmen eşit işe eşit ücret ilkesine ayrı şekilde ünvanlarla ayrıştırılan öğretmenlerimiz siyasi kadrolaşmaya ve liyakatsiz yönetim anlayışının gölgesinde meslek onurlarını koruma mücadelesi vermektedir.
OECD’nin 2025 raporuna göre öğretmen maaşları, gelişmiş ülkelerde mesleğe başlama ve deneyimlerine göre artış göstermektedir. Ancak Türkiye’de öğretmen maaşları kâğıt üzerinde artsa bile alım gücü bakımından OECD ortalamasının oldukça gerisindedir. 2025 yılının temmuz ayında yapılan %5 zammın ardından açıklanan 3 aylık enflasyon farkı ile maaşlar %2,38 oranında erimiş, alım gücü şimdiden en düşük öğretmen maaşını dikkate aldığımızda 1247 TL erimiştir. Uygulanan 7 Toplu Sözleşme’de de kamu emekçileri için düşük oranlarda belirlenen zam oranları ne hedeflenen ne de gerçekleşen enflasyonu yakalayamamış, TÜİK’in açıkladığı gerçek dışı veriler ile alım gücü kaybı telafi edilmemiştir. 8. Toplu Sözleşmede yer alan zam oranları ne yazık ki önceki sözleşmelerin tekrarı niteliğinde olmuş, Ocak 2026 için yaklaşık 5 bin TL’lik zam teklifiyle gelen siyasi iktidarın yandaşlarıyla işbirliği yaparak sözde pazarlık masasında güncellediği teklifler ile ilk teklifin üzerine sadece 1635 TL artış yapılmış, kamu emekçisinin emeğinin değeri yine yok sayılmıştır.
Bizler, Cumhuriyetimizin aydınlık geleceğinin teminatı olan öğretmenlerimizin, eğitim emekçilerinin sorunlarını ve haklı taleplerini her koşulda yüksek sesle dile getirmeye devam edeceğiz.
• Öğretmenler, eğitim emekçileri yoksulluk sınırının altında değil; insanlık ve meslek onuruna yaraşır ücretlerle çalışmalıdır.
• Tüm öğretmenler, tüm eğitim çalışanları tam güvenceli statüye geçirilmelidir.
• Laik, bilimsel, çağdaş, kamusal, parasız ve karma eğitim ilkeleri eğitim sisteminin temeline yerleştirilmelidir.
Eğitim-İş olarak, eğitime ayrılan kaynakların artırılması, eğitimin piyasadan ve gericilikten arındırılması, laik, bilimsel, kamusal ve parasız eğitimin güçlendirilmesi için mücadelemizi kararlılıkla sürdüreceğiz.
Çünkü biliyoruz ki, eğitimi savunmak, Cumhuriyeti savunmaktır.
Bu ülkenin çocuklarını karanlığa terk etmeyeceğiz.
Bu ülkenin eğitim emekçileri susmayacak, boyun eğmeyecek, teslim olmayacak.
Karanlığa karşı aydınlığı,
Sömürüye karşı emeği,
Gericiliğe karşı bilimi büyüteceğiz.
Yaşasın kamusal, laik, bilimsel eğitim!
Yaşasın örgütlü mücadelemiz!
Yaşasın Eğitim-İş!