Soruların Peşinde Koşan ve İçine Açan İnsan – Düşünce



“Aklun oldur tâ’atı kim fikr ile
Dilün oldur tâ’atı kim zikr ile.”
(Âşık Paşa)

Sorunun “evrende sorunlu ve sorumlu tek varlık” (Fazlıoğlu, 2015, s. 15) olan insan için önemine dikkat çekerken şu ifadeleri kullanır İhsan Fazlıoğlu, “Öncelikle, bizatihi soru sormayı insanlığımızın mukavvim unsuru olarak görüyorum. Tanrı’nın ‘insanoğlu’nu muhatap alışı da soru iledir: ‘Eles-tu bi- Rabbikum?’ ‘Rabbiniz değil miyim?’ Maceramız böyle başlıyor.” (Fazlıoğlu, 2015, s. 13) Peki, maceramızın başladığı andan itibaren soru ile karşı karşıya kalan ve yine o andan itibaren de, tabir-i caizse, varlığı ile melekler için dahi bir soruya dönüşen insanoğlu olarak bizler soruların hayatımızdaki yerinin, kıymetinin ne kadar farkındayız? Tefekkür meyvesi olarak vücud bulabilecek soru durup düşünmeyi gerektiriyor; ancak hız çağına ayak uydurmak için koştur koştur yaşadığımız bu çağ pek çok şeyi olduğu gibi hakiki soruları da ıskalamamıza sebep oluyor, o soruların peşine düşmemizi ziyadesi ile zorlaştırıyor. Evet, zorlaştırıyor fakat yine de imkânsız değil neticede. Sadece hatırlamamız gerekiyor belki de. Zeynep Merdan‘ın kaleminden çıkan, Muhit Kitap etiketi ile okuyucuyla buluşan İçine Açan İnsan bunu yeniden hatırlamamıza vesile olabilecek eserlerden biri olarak çıkıyor karşımıza. Deneme dalında 2024 Türkiye Yazarlar Birliği ödülüne layık görülen eserde yazar aslolan sorudur dercesine tam bir zihin salınımı hali ile kaleme aldığı denemelerinde soruların peşine düşüyor; okuru da bu yolculuğa davet ediyor. Okur bir taraftan ayak izlerini takip edip kıymetli sorular ile yüzleşirken diğer taraftan estetik boyuttan da ödün verilmemesi ile edebî sofranın tadını çıkarıyor. Eser kendi içinde yedi ana bölümden oluşmakta: Kün, Kar, Kör, Kor, Kir, Kan ve Kül. Sözü daha fazla uzatmadan bu bölümlere kısaca yakından bakmaya gayret edelim.

‘Kün’ Kapısı

Kün kapısını aralayarak esere giriş yapan okuru bu başlık altında iki deneme karşılamakta: Kitabını Arayan İnsan ve esere ismini veren İçine Açan İnsan. Daha ilk etaptan sorular eşlik etmeye başlıyor okuma serüvenine; “Sınırlı bir ömre tüm insanlık külliyatını sığdırmak imkânsızsa; insan hakikati kendi hakikatini, kendine lazım olan kitabı ya da ilmi nasıl seçecek peki?” (Merdan, 2024, s. 15) sorusu düşüyor zihinlere. İçine Açan İnsan başlığı ile de insana yakından bir bakış atma imkânı tanıyor.

‘Kar’ Tanesi Gibi Eşsiz Olan Hakiki Muhataplar

İlk bölümde insan genel çerçevede ele alınırken bu bölümde daha özele inildiği görülmekte;

“İnsanların çoğu birine değil; o birinin ihtiyaç duyduğu, kendi istediği ve kendi faydasına dokunan versiyonuna ulaşmak istiyor. Kimse birbirine gerçekten ulaşamıyor bu yüzden. Artık herkes çevrim dışı. Bu kalbî çevrim dışılıkta doğru insanları seçmenin incelikleri, bir tür hakiki muhatapları tanıma rehberi (!) var mıdır peki? Bilinmez ama o insana, o insanlara rast gelmenin bazı işaretleri vardır belki.” (Merdan, 2024, s. 25)

sözü eşliğinde bir kar tanesi gibi eşsiz olan hakiki muhatabın izi sürülmekte. Hayat merhalesinde bir şekilde temas ettiğimiz her insan, öyle ya da böyle, hayatımızda bir şeye temas etmekte ya da bir şey işaret etmekte. Kimi ayna gibi bizi bize göstermekte, kimi imtihan sebebi olabilmekte, kimi içimizdeki potansiyeli, varoluş amacımızı keşfetmemiz noktasında bir vesileye dönüşebilmekte… Önemli olan ise o temastan kastı, eğer varsa, dersi alabilmekte. Bu yüzden de Merdan, “Tanrım, yaşadığım bu deneyimle bana neyi, kimi işaret ediyorsun? Neyi? Kimi” (Merdan, 2024, s. 30) diyerek bu sorular üzerine okuru tefekkür etmeye davet etmekte.

‘Kör’leşen Dünya

Eserin üçüncü durağı ‘Kör’de ise yazar özellikle gösteri toplumunun mabetlerine dönüşen sosyal medyaya dikkat kesiliyor. Bir taraftan sosyal medya ile tetiklenen narsisizm patlamasının altını çizerken diğer taraftan yine sosyal medya çerçevesinde şekillenen profiller, personalar, mış gibi yaşamlar üzerinde düşünmeye davet ediyor. Ve ele aldığı bu hususlarla birlikte gerçekler karşısında sahte gündemlerle körleşen/körleştirilen dünyanın fotoğrafını çekiyor. Bu fotoğrafın ardından ise yine aynı bölümde yer alan “Çekici Sahte, Acı Gerçek, Ah Yalan Dünya” başlıklı yazısı ile de gerçeklikle yüzleştiriyor. Yazıda yer alan şu cümleler ise içerisinde barındırdığı sorularla birlikte az sözle çok şey anlatan türden:

“Dünya yalan söylüyor. Televizyonlar, son dakikalar, trend topicler yalan söylüyor. Dünya kupası maçına, Rihanna konserine, Golden Globe ödüllerine yahut bir Royal Wedding’e kilitlenmişken milyonlar; Filistin’de İsrail askerinin kurşunuyla vurduğu çocuk, Siirt’te babası şehit edilmiş bir kız çocuğu, Paris’te bir Cezayir’li, Moğolistan’da bir market kasiyeri aynı an diliminde neyi yaşıyor? Bize gösterilen ne kadar gerçek? Ve tüm bu gösterilenler, gösteriler ve görüntülerin ardında aslında neyi görmeliyiz?” (Merdan, 2024, s. 91)

‘Kor’ Ateş Gibi Yanan Ruhlar

Gerçekler, hakikat bir ateş gibidir; insan ise etrafında dönen pervane… “Kor ve sır ne çok benziyor birbirine. Kalpte durdukça ateşe döner. Duramayıp dışarı çıksa ateşe verir ortalığı. Sır, en büyük harareti verir kalbe. Ama ateşten başka ne dönüştürür ki ham bir kalbi?” (Merdan, 2024, s. 141) diyecektir bir sonraki bölümde yer alan denemelerinden birinde yazar ancak bu bölümde yer verdiği ruhları da anlamamız noktasında mahir bir ifade bizce. Zira ‘Kör’ bölümünde ‘işte gerçek’ der gibi gerçeklik karşısında konumlanan sanal dünyanın üzerindeki perdeyi aralayan yazar bu bölümde hakikat ateşi etrafında bir pervane misal dolaşıp parmak uçları ile o ateşe dokunmaya çalışan ve nihayetinde kendisi de kor ateş gibi için için yanmaya başlayan ruhlara yer veriyor. Bu isimler Camus, Puşkin, Goethe, Kierkagaard ve Helen Burns. Her bir isim ayrı ayrı başlıklarda ele alınırken peşlerinde taşıdıkları soru işaretleri de yazarın gönlünden okurun zihnine süzülüyor.

‘Kir’ Altında Saklı Hazineler

Varlığı ile koca bir soru işareti kesiliyor insan, demiştik yazımızın başında. Merdan’ın kaleminden çıkan denemeler her ne kadar farklı bölümlere ayrılsa da kendi içinde insanın bu muamma halini ortaya çok iyi koyuyor; ying-yang felsefesinin öne sürdüğü gibi bu iç içe haller denemelerde masaya yatırılarak anlamlandırılmaya çalışılıyor. Bu bölümde de öyle olduğunu görüyoruz. Bir taraftan dünyanın, insanların ‘kir’li tarafı ile karşılaşırken diğer taraftan rast makamı ile rastlaşıyoruz. Bölümün ilk denemesinin ‘İlahi Şiir: Rast Makamı’ olması şu dizeyi düşürdü zihnime; Harâbat ehlini hor görme zâkir/ Defîneye mâlik virâneler var. Öyle ya dünya kibirle, hasetle, ruhta derin yaralar açabilecek pek çok etmenle birlikte maddi- manevî her türlü kire bulanarak viraneye dönse de bu koca dünya yine de içinde nice hazineler saklamakta; ancak her nasibin vaktine esir olması gibi o hazineler ile karşılaşmakta zamanını bekler. Yazar bu doğru zamanın makamı da vardır der ve birliğin makamı olan Rast makamını işaret eder; yine sorular eşliğinde, bu makamla birlikte insanın dünya (mekân) ve zaman ile ünsiyeti üzerine düşünmeye davet eder.

‘Kan’lı Elmaslar

Kitabın altıncı bölümüne geldiğimizde ‘Kan’ başlığı ile karşılaşıyoruz. Bu bölümde de güncelin ağırlıklı olarak nabzının tutulduğu ‘Kör’ bölümünde olduğu gibi kadim bir konunun güncele dönük yüzü ile birlikte ele alındığını görüyoruz: Kadın ve feminizm. ‘Kısa Ömürlü Kraliçeler’, ‘Özgür Rousseau’nun Tutsak Kadını’, ‘Bacı ve Bayan Arasında: İslami Feminizm’, ‘Gönüllü Performans Öznesi: Yeni Kadın’ ve ‘Meryem’in Seslenişi: Luce Irigaray’ başlıklarından oluşan bölümde, “Kadını istismar eden ya da kadının kendi kendini istismar ettiği bu iki ucun bir dengesi olmayacak mı peki?” (Merdan, 2024, s. 193) sorusu başta olmak üzere daha pek çok can alıcı soru okurun kucağına bırakmakta.

‘Kül’ Olma Vakti

Kün’ ile başlayan kitap ‘Kül’ ile sonlanıyor. Yazar bölümün ilk başlığı ‘Çevrimiçi Zamanlar ve Sanal Mezarlıklar’ başlığında ölüm düşüncesini zihinlerden kovmaya çalışan dünyaya karşı, “Ağızların tadını kaçıran ölümü çokça hatırlayın.” Hadis-i Şerifi’ni hatırlara getirircesine “Taze bir ölüm haberinin, dünyanın beyhudeliğini insanın yüzüne tokat gibi vurduğu bir şuur hâli var.” (Merdan, 2024, s. 206) der. Acı bahsi gelir ölüm düşüncesinin ardından. Tüm bunlar ise Nietzsche’nin “Kendi alevinle yakmaya hazır olmalısın kendini: Önce kül olmadan nasıl yeni olabilirsin ki?” (Nietzsche, 1972, s. 85) sözünü düşürdü zihnime. Tüm bu açılardan bakınca ise, bilemiyorum yazarın böyle bir düşüncesi var mıydı ama kitabın kapağını kapattıktan sonra bir okur olarak şu düşünce içerisinde buldum kendimi, “İnsanoğlunun ‘kün’ emri üzere varlık bulmuş cismini hakiki sorular ‘kül’ edebilir. Doğru soruları sorduğumuz müddetçe kül olabiliriz.”

Sonuç Niyetine

Evet, sorular bizi kül edebilme gücüne sahip ama yeni olabilme gücüne erişebilmek de bir nasip! Bu yüzden ‘Kül’ başlığından sonra (kapısından mı demeli?) başka bir başlık yer almıyor. Ve eser sonlanmaya doğru günümüzün en büyük acısına bir kez daha eğiliyor ‘Bir Şahitlik Yarası: Filistin’ diyerek. Ve akabinde gelen Haşmet Bababoğlu ile gerçekleştirilen röportajda bu kez Babaoğlu’nun dilinden, o can alıcı, kül edici soruların birini işaret ederek eser noktalanıyor: “İlk kez ‘teşhir’ edilen bir soykırım süreciyle karşı karşıyayız. Hiç sormayacak mıyız, neden diye?” (Merdan, 2024, s. 236) Belki de soru sormaya başlamak için iyi bir başlangıçtır bu soru.. Doğru soruların hayatımızdan eksik olmaması temennisiyle. Vesselam…


Kaynakça

  • Fazlıoğlu, İ. (2015). Soruların Peşinde. İstanbul: Papersense Yayınları.
  • Merdan, Z. (2024). İçine Açan İnsan. İstanbul: Muhit.
  • Nietzsche, F. W. (1972). Zerdüşt Böyle Diyordu. (O. Derinsu, Çev.) İstanbul: Varlık Yayınları.

Kaynak: Kitap Haber

Başa dön tuşu